Devletin ve sermayenin hem kriz hem de bir fırsat olarak gördüğü göçmenlik meselesine tabandan ve eşitlikçi bir yaklaşımın nasıl geliştirileceğine dair tartışmalar yapılıyor. Ben böyle bir yaklaşımın şu üç düşünceyi referans alabileceğini düşünüyorum.
Yeni Emek Çalışmaları Ofisi 29 Haziran’da “İşyerinde Dayanışma Ekonomileri” toplantısını düzenledi. Türkiye’de dayanışma ekonomileri ve kooperatifler üzerine çalışan araştırmacılar ile Türkiye ve Yunanistan’dan aktivistlerin katıldığı etkinlikte, 70’lerin Maden-İş’indeki deneyimlerden yeni kuşakların arayışına, yerel yönetimlerin imkânlarından dünyadan özgün dayanışma modellerine, pek çok konu konuşuldu. Umut Kocagöz toplantıdan izlenimlerle farklı dayanışma pratiklerini Birartibir.org için kaleme aldı.
Çalıştayı genel olarak nası buldun, sana neler kattı? Güzel bir etkinlikti, elbette katkıları oldu. Pek çok insanın hayatını öğrenmiş olduk,…
Genç İşçiler Çalıştayı’na katıldın, söz aldın; nasıl değerlendirdin çalıştayı? Sendikalı genç işçileri ve diğer genç çalışanları orada görmek benim için…
Karlılığı merkezine alan tüm işletme yönetimi teorileri basitçe verimliliğin artmasına odaklanır. Konvensiyonel yöntemler işçi üzerindeki baskı ve denetimin yoğunlaştırılması yoluyla karlılığın artacağını varsayarken bugün artık yeni bir kültür inşa etmenin yani “mutlu çalışan” yaratmanın daha fonksiyonel olduğu konusunda piramidin en üstündeki birçok prestijli firma hemfikirdir.
Merhaba arkadaşlar hepinize, Emrah’ın bu kapsamlı sunumundan sonra biraz farklı noktalara değineceğiz, borçluluk konusuna odaklanacağız. Ekonomik kriz genelde makro boyutuyla, ekonomik büyüme üzerinden tarif ediliyor. Ancak krizin gündelik hayatta hepimize yansıması bu boyutla olmuyor.
Daha evvel, sınıf oluşum/bozuşum sürecine yönelik ruhsal bir yaklaşım modeli önermiştim. Bu modele göre, “işçileştirilme anı” ile “sınıfın, kapitalizmle birlikte kendini de yıkacak kadar olgunlaşması” arasında gerçekleşen sınıf sürecinin dört özdeşimsel aşaması vardır.
İşçi sınıfının ruhsallığına ilişkin kuramsal bir tartışma yapmak bana göre ne toplumsal ilişkilerin “nesnelliğinden” vazgeçmek, ne de bireylerin “öznelliğine” gömülmek demek. Yani bu tartışma bizi ne tarihsel maddeleri gözden uzaklaştıracak, ne de psikolojizme kapılıp gitmemize yol açacaktır. Bana kalırsa, sınıfın ruhsallığı üzerine bir tartışma; toplumsal ilişkiler ile öznellikler arasındaki zorunlu ve geçişli ilişkinin kavramsallaştırılması ve bu ikisi arasında Marksizm ve özellikle de Ellen Meiksins Wood’un tarihsel perspektifi tarafından açılan ara alanların daha çok işlenebilmesi açısından, oldukça zengin bir potansiyele sahip.
PEP deneyimlerine dayanarak teorik olarak yetkin olmadığım bir alanda konuşacağım. Aslında ele aldığım konu daha yetkin bir çalışma gerektiriyor. Alanın kavramlarına da hakim değilim, mesela ruhsal hayat, duygular, duygulanım, öznellik, kişilik ve davranışı birbirinin yerine kullanıyorum çoğunlukla. Yine de PEP toplantılarında yaptığımız tartışmaları paylaşmanın faydalı olacağını düşünüyorum.
Chantal Akerman’ın yazıp yönettiği Jeanne Dielman, 23 Quai du Commerce, 1080 Bruxelles 1970’lerde Belçika’da yaşayan orta sınıf bir “ev kadınının” aralıksız üç gününü anlatır. Uyku saatlerini saymazsak adeta gerçek zaman akışında geçen filmde 40’lı yaşlarındaki Jeanne’nin durmak yorulmak bilmeyen gündelik rutinini izleriz.