Yeni Emek Çalışmaları ofisi olarak çalıştaya hazırlık serimizin bu ayağında Ekoloji ve Emek başlığı ile bir etkinlik düzenledik. Etkinlik öncesi tahayyül ettiğimiz gibi hem çevre mücadelesi hem de emek mücadelesi tarafından gelen katılımcıların alana dair verdiği bilgiler ve açtığı pencereler, aynı başlıkta tekrar bir oturum düzenlenmesi ihtiyacı ile sonlandı.
Aşağıda etkinliğe dair aldığımız notları görebilirsiniz.
Deniz Gümüşel (İkizköy Çevre Komitesi):
Kemerköy Termik santralindeki kömür sahasını genişleten faaliyetlere karşı dururken santralde örgütlü sendika ile karşılaşmalarının oldukça zorlu geçtiğini anlatıp “Sendikacılar bizi şeytanlaştırdı” ifadesini kullandı. Çünkü onlara göre asıl özne Akbelen halkı idi. Öte yandan bölgede süregelen özelleştirmeci talanın aslında birer mülksüzleştirme olduğuna vurgu yaptı. Şirketin çalışanlara baskısı ve tehditlerinin oldukça görünür olduğunu anlattı. Akbelen savunusu ile yan yana düşme ihtimaline karşı böyle bir baskıcı tutumu benimsediklerini ifade etti. Diğer bölgelerden gelen işçilerin aslında toprakla kurdukları bağın sahiciliğine de değinerek aslında onların direnişle oldukça yakın tutum sergilediklerini de ekledi. Ancak böylesi bir baskıcı yönetim içinde onları direniş inisiyatifine dahil etme şanslarının olmadığını belirtti. Tabii buna paralel olarak bölge halkına yapılan baskıyı ve topraksızlaştırmaya yönelik politikanın da uygulandığını ekledi.Son olarak işçilerde tespit edilen iş koşullarına bağlı önemli hastalıklara da değindi. Bunun bölge halkına da sirayet ettiğini söyledi.
Alaaddin Yılmazer (Fatsa Doğa ve Çevre Derneği):
Fatsa ve çevre bölgelerindeki madencilik faaliyetlerinin 1950’lere dayanan mazisini ve bugüne gelene kadarki geçen süreçte geçirdiği dönüşümü özetleyerek sunuma başladı. Özellikle 2013-2019 periyodunda altın madenciliğine yönelik kapasite artırım talebinin çok görünür olduğu ve bölgedeki faaliyetlere bire bir yansıdığı tespitini yaptı. Bununla paralel bir hatta bölge halkını tarımdan koparmaya yönelik politikaların uygulamaya alındığını da belirtti. Sermayenin önünü açacak altın madenciliğini sübvanse eden politikaların günden güne keskinleşerek bölgede etki alanını genişlettiğine değindi. Gelinen bu durumun ekonomik göstergelerine dair bilgileri de aktararak devam etti. Madencilik üretim hacminin 2.2 Milyar dolar ciroya sahip olduğunu ancak buna karşılık bölge fındık ihracat hacminin ise 2.5 milyar dolar olduğunu ortaya koydu. Bu tabloya sahip bir makro-ekonomik planlamanın kamu kaynaklarını toplum yararına işletilmediğinin apaçık ortada olduğunu belirtti. Bölgedeki madencilik faaliyetlerinin topluma faturasının kendi gelir potansiyelinin kat be kat üstünde olduğu bir resmi bize sunmuş oldu. Ayrıca yürütülen faaliyet ve politika bütününün tarım istihdamını azaltıcı etkisinin emek politikaları nezdinde oldukça düşündürücü bir durum olduğunu aktardı.
Eyüp Özer (Birleşik Metal İş):
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yürütülen sanayileşme hamlelerinin yarı-köylü bir işçi sınıfı oluşturmasında etkili olduğunu ortaya koyarak sunumuna başladı. İşçi sınıfı ile ekoloji hareketlerinin temasını ve yaşanan gerilim alanının henüz yeni görünür olmasını da buna bağladı. Benzer temasları bizden önce yaşayan bazı merkez Avrupa ülkelerinden örnekler aktardı.Bu örneklerden özellikle Fransa’daki sarı yelekliler eylemlerine değindi. Burjuvazinin ve bağlı sermaye bloklarının önüne koyduğu ekolojik dönüşümün faturasını işçi sınıfına çıkarıyor oluşunun ve hatta işçi sınıfını bu dönüşümün karşısında duran bir odakmış gibi lanse etmesinin sınıf ve ekoloji mücadelesi arasındaki gerilimi artıran bir faktör olduğunu ortaya koydu. Hayat ve geçim derdi içerisinde kendi istihdamını önceleyen ve ekoloji hareketine temasta bu tedirginlikle hareket eden bir işçi sınıfı tutumunun da aslında anlaşılabilir bir refleks barındırdığını iletti. Bunu, sarı yelekliler eyleminde öne çıkan “Ay sonu ile dünyanın sonu aynı mücadele” sloganını hatırlatarak örneklendirdi. Madenlerin ve ağır endüstri üretiminde kapasite azaltılması sonrası oluşacak istihdam açığını kapatacak en önemli talebin çalışma sürelerinin azaltılmasından geçtiğini vurguladı. Ekoloji mücadelesi hattında çalışma sürelerinin azaltılması, enerji ve ulaşım altyapı hizmetlerinin kamulaştırılması gibi talepleri kendi merkezi talebi haline getirilmesi halinde sınıf mücadelesi ile kol kola gireceğini ve yekpare bir hatta yan yana durabilme olanağının olacağını belirtti.
Sonrasında açık forum şeklinde alınan sözlerle dinamik şekilde devam etti. Öncelikle konuyu ele alırken işin üst politik yönünün konuşulması gerekliliği ortaya çıktı. Çünkü bu en nihayetinde beraberinde bir siyasal program gerektiren sorunlar bütünü olarak belirdi. Siyasal iktidar politikalarının yönünün değiştirilmesi ve özellikle kirli sektörlerde özelleştirmeci politikalara son verilmesi gerekliliği de beraberinde vurgulanmış oldu. Öte taraftan bu ekolojik geçiş tartışmalarında yükün ekolojistlere yıkılmasının pek adil olmadığının altı çizildi. Sendikaların toplu sözleşmelerde genelde ekonomik talepleri ön plana çıkardığını fakat sağlıklı ve ekolojik bir çalışma ve yaşam ortamı gibi talepleri göremediğimiz gerçeğine değinildi. Sözü edilen mücadelelerle ortaya çıkan ikilemlerin ve çatışma halinin geçmiş deneyimlerde de yaşandığı ve aslında belki de doğalında bir çelişkiler bütünü oluşturduğu ortaya serildi. Bu etkinlikle de bu çelişkileri yönetebilmeye dair sözler üretilmesinin değeri vurgulandı.