“….Bir kağıt parçasına, tüm sistemin bileşenlerini diyagram üzerinde gösterecek şekilde yazdım. Diyagramın en üstünde yer alan ve tüm sistemi komuta eden kutucuğa geldiğimde söyleyeceklerim için derin bir nefes alarak ona ‘İşte yoldaş başkan, bu siz oluyorsunuz’ diyecektim ki buna fırsat vermeden aniden, çok geniş bir gülümsemeyle ‘Aaa en sonunda! İşte bu halk !’ dedi.” [1]
Arda Arlı
Bu yazının amacı yeni bir tüketim ve buna bağlı bir üretim rejimini inşa etmek üzere dayanışma ekonomisi temelinde bir sistem kurgulamak ve bu sistemin lojistik ve finansal planlama ayaklarını oluşturup işleyiş adımlarını tasarlamak. Deneyimleri derinleştirip faaliyet alanını her yerele olabildiğince genişletme gereksinimini bir tarafta tutarak dayanışma ekonomisi temelinde organize olan kooperatiflerin gerekliliği konusuna girmiyorum. Çünkü bu yolda irade ortaya koyan inisiyatiflerin biriktirdiği deneyimin, bunun üzerine yorulan değerli akılların ortaya koyduğu yazınsal üretimin ve bir araya gelen oluşumların türlü mecralarda üretip karşılığını da önemli ölçüde almaya başladığı söylem ve pratiğin artık bazı noktalara güçlü ve anlamlı yığılmalar oluşturduğunu düşünüyorum. Buna başka bir yazıda değinmiştim. [2]
Bu yazıda ifade ettiğim bir şeyi –gerçi birçokları artık vakıf olsa da- burada kısaca vurgulamam gerekir ki ‘kooperatifçilik’ kavramını, 1980’ler sonrası yapı kooperatifçiliğine indirgenmiş haliyle kullanmıyorum. Sadece insan sağlığına değil doğaya saygılı, emek sömürüsünden uzakta, kâr hırsı karşısına onurlu bir yaşamı koyan, aracısız bir işleyişe sahip bir araya geliş ve ittifaklarla piyasa kuralları dışında bir tüketim ve buna bağlı üretimi yeniden örgütlemek gerektiğinin öne çıktığını söyleyebilirim. Bunu aslında başka bir ifadeyle mübadele değeri yerine kullanım değeri üretimini koyan; rekabete karşı dayanışma ve işbirliğini öne çıkaran; bireysel riski kolektif fayda ile ikame eden bir dayanışma ekonomisi sistemi olarak görebiliriz.
Üç Neden
Peki, bunun için yeni bir kurguya neden ihtiyaç olsun ki? Hali hazırda var olan birçok üretim ve tüketim inisiyatifi zaten bu yolda uğraşmıyor mu? Buna üç temelde yanıtım var: Birincisi yerellik (ademi-merkeziyetçilik) ve merkezi güç diyalektiği üzerinden. Yoğun bir baskı rejimi altında özellikle son on yılda uğradığımız siyasi atomizasyon, toplumsal muhalefetin bilhassa örgütlü mücadelesini ciddi bir çözülmeye uğrattı. Tarihsel bir gerçeklik olarak, örgütlü mücadeleyi ekonomik hat üzerinden kurmakta zaten zorlanan –aslında buna yapısal olarak yatkınlığı olmayan- sosyalist muhalefet, siyasi hattaki uzuvlarından da oldu. Öte yandan siyasi iktidarın, baskıcı rejimine eşlik ederek özellikle büyük kentlerde yoğunlaştırdığı talan ve piyasalaştırma politikalarına karşı gelişen toplumsal muhalefet, beraberinde getirdiği Gezi İsyanının da edinimleriyle, siyasi hattan boşalan gerilimin önemli ölçüde yerel mücadele alanlarına kayması ile sonuçlandı. Bunu izleyen dönemde kent hakkı üzerinden gelişen direniş hareketlerinin kurumsallaşması, tüketim/üretim kooperatifleri ve gıda inisiyatiflerinin ardı ardına oluşması, öncesinde var olanların da daha görünür hale gelip dönemin ruhunu ilkelerine yansıtması sanırım tesadüfi değildi.
Bu noktada bir kesim, kooperatifçilik hattında oluşan dinamiğin, iktidarın görüş alanının dışındaki otonom yaşam alanlarında, kapitalist üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması bağlamında antikapitalist mücadele ile arasına kesin bir ayrım çizgisi çektiğini ileri sürdü. Oysa girişte ortaya koyduğum gibi, sınırını kapitalizmin en temel çelişkilerine doğru ilerletmeye odaklı, baskıcı bir rejimde dahi halkın üretme ve yönetme potansiyelini ortaya çıkarma kabiliyetine sahip bir dinamiği böyle okumak hataydı. Kaldı ki egemen tüketim döngüsünden çıkmamız gerekirken, çıkamadıkça onu yeniden üretirken ve bunun için elimizde başka bir araç yokken… Buna karşılık başka bir kesim ise Marksist kurama dayalı geleneksel sosyalist hareketlerin, tüm kuramsal geçerliliklerine rağmen çare olmaktan uzaklaştığını ve yapılması gerekenin yerelde örgütlenmek olduğunu iddia etti. Aslına bakarsanız, benim de iki yılı aşkın bir süredir gönüllülük esasında içerisinde olduğum kooperatif çevrelerinde dahi çoktan tespit edilmiş bir gerçeklik olarak kapitalizm içi kooperatifçiliğin açmazları ve sistemi reforma tabi tutma eğilimleri sürekli tartışılan olgular. Zaten tam da bu yüzden sistemin değer zincirleri üzerindeki tahakkümüne, gıda güvenliğini hiçe sayan politikalarına, emek sömürüsüne, ekolojiye verdiği zarara ve adaletsiz bölüşümüne karşı geliştirdiği ilkeleri sıkıca kavrayabilmek için kendi örgütlülüğünü sürekli diri tutma çabasında. Burada siyasi iktidar perspektifini dışarıda bırakan bir yönelimden ziyade siyasi hat mücadelesindeki bu boşlukta orayı güçlendirecek bir potansiyel görüyorum.
Dolayısıyla, bu iki çıkışa da kesin bir şekilde katılmıyorum. Çünkü özünde çelişkili bir birlik olan yerellik-merkeziyetçilik karşıtlığının, birbirinden bağımsız ve adeta tercihte bulunulması gereken bir yönelim tablosu gibi gösterilmesinin, antikapitalist hareketler tarihinin en büyük yanılgılarından biri olduğunu düşünüyorum. Dahası, David Harvey’in ifade ettiği gibi olası hiçbir alternatif sosyal düzenin bu çelişkiyi ortadan kaldıramayacağını da düşünüyorum. [3] Oysa sermaye, bu çelişkiyi faaliyet ölçeği ayarlaması yoluyla kendi lehine en avantajlı olacak şekilde sürekli regüle etme konusunda oldukça başarılı. Merkezi araç setleriyle piyasalar üzerinde tekelleşme baskısı kurup kârları artırırken, kriz ya da geri çekilmelerde ademi-merkeziyetçi rekabet eğilimlerini dengelemeyi çok iyi biliyor. Bundan öğreneceğimiz çok şey olduğunu ve mikro seviyede mücadelede takılı kalmayıp makro seviyede kurucu bir iddia ortaya koymanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Tabii burada, tasfiyesi çoktan gerçekleşmiş olan kamucu ve sosyal devlet geleneğinin ardında bıraktığı boşluğu dolduracak bir ikame unsur bulunmadığı için bunu benzer geleneğe havale etmemizin nafile olacağını ifade etmeden geçmemeliyim.
Bu noktada reel sosyalist deneyimlerde eksik bırakılmış bazı tarih sayfaları akla geliyor. Mesela, Sovyetler Birliğinde, ABD’nin www’sinden çok önce (1960’ların başında) “Sovyet interneti girişimi” olarak bilinen ama aslında bunun ötesinde ekonomiyi belirli katmanlarda merkezi ve yerel birimlere ayırarak yönetme perspektifi barındıran OGAS projesi kabul görüp hayata geçebilseydi bugün çok daha değişik tarih sayfalarını çeviriyor olabilirdik. Birliği, son dönemlerinde kemiren en önemli unsur olan ve neo-liberal kesimlerce sosyalist ekonominin ‘kaçınılmaz sonucu’ olarak lanse edilegelen karaborsacılığı getiren tarihin önünü henüz 70’li yıllarda almak belki de mümkün olabilirdi. Tabii burada tekil olarak bu proje nezdinde onun neslinden olan ve o akımda yer alan tüm girişim ve önerileri kastediyorum. Ayrıca elbette SSCB’nin tarihsel ekonomik program yön kırılmaları ile dış saldırı unsurlarını dışarıda bırakmadan bunu ifade etmeye çalışıyorum.
Keza Allende Şili’sinde –gerçi her ne kadar SSCB’deki örnekten farklı olarak kanlı bir darbe ile sonlansa da- ülke ekonomisini planlamak için başlatılan, ancak kısmi olarak hayata geçirilebilen CyberSyn projesinin ömrü vefa etseydi, yerel birimlerin karar alma ve yürütme katmanlarını içeren ve aynı zamanda merkezi kademeleri de olan bir ekonomik planlama modelinin işlerliğinden bahsedebiliyor olacaktık. Ancak bunlar yine de ilham verici girişimler olarak tarihe geçti. Şu an bu örneklerden uzakta bir tarih ve politik zeminde olsak da bu deneyimlerin ışığında bir takım ödevlerimiz olduğunu görüyorum. Dolayısıyla, dayanışma ekonomisi temelinde bir yapılanmayı, bahsettiğim ilkelerle istikrarlı olarak sürdürüp geniş halk kitlelerini buna dâhil edebilmemiz için tabandan gelen bir irade ile geniş bir katılımcı mekanizma tesis ederek, belirli faaliyet ölçeklerinde merkezi güç birimleri kurmak gerektiğini düşünüyorum. Ve bunu, reel deneyimlerde politik iktidar ele geçirildikten sonra yaşanan sancıları da düşününce bugünden, bulunduğumuz düzlemden hayata geçirmek zorunda olduğumuzu düşünüyorum.
İkinci olarak, dünya genelinde esen dönüşüm rüzgârı yelkenleri şişirirken dümenin ne yöne kırılacağı meselesi var. Ağırlıklı olarak gönüllü emeği ile işleyen ve varlığını sürdürebilmek için gerekli finansal kaynağın dışında bir kâr amacı gütmeyen gıda ve tüketim inisiyatifleri, tüketim ve üretim kültürünü dönüştürmeye çalışırken öte yandan adil bölüşüm talebi ile bir işletme modeli olarak gördükleri kooperatifleşmeye dönmüş yüzler söz konusu. Bu motivasyonla ‘sosyal kooperatifçilik’ ve benzeri tanımlar altında toplumsal fayda misyonunu öne koyan piyasa içi ve kâr amaçlı bazı yapılar kurulduğunu görüyoruz ve bunun devamı da geleceğe benziyor. Kapitalizm proleterleştirmenin sınırlarına dayanmışken, güvencesizliğin kendini mutlak dayattığı bu zamanlarda patronsuz ve yatay hiyerarşiye sahip bir kolektif olarak iş yürütme eğilimi tabii ki oldukça anlaşılabilir. Bu şekilde kapitalist bölüşüm sistemine karşı mücadele ederek –en iyimser ihtimalle ve kesintili zaman zarfları dâhilinde- kısmen daha adil bir dağıtım tarzı elde etmek mümkün olabilirmiş gibi görünüyor. Ancak bu mümkün olabilse bile piyasa kuşatması altında zor durumlarda kalacağını ve benimsenen ilkelerden taviz vererek sistem içerisinde öğütüleceğini göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Kötü ihtimalle de ‘dayanışma’ misyonuna bürünmüş, en otoriter ve tekelci sermayeye aşık rejimlerin bile kriz dönemlerinde ihtiyaç duyup bilinçli olarak -aslında biraz da mecburen- yol verdiği yerel ve rekabetçi girişimler arasında sıkışıp kalacağımız gerçeği beliriyor. Bu yüzden amacımızın kapitalist üretim ve tüketim ilişkileri ile mücadele ederek onu daha adil olacak biçimde rehabilite etmek değil tamamen ortadan kaldırmak olması gerektiğini düşünüyorum. Dönüşüm rüzgârını arkamıza alarak bu yönde yol alacaksak, yerel dayanışma ekonomisi inisiyatiflerinde benimsenen ilkeleri azami müşterek hedefi ile bir potada eritmek üzere çalışma yürüterek belirli merkezi ittifaklar kurmanın ve bu sayede rotayı belirleyen güç olmanın mutlaka gerektiğini düşünüyorum.
Üçüncü olarak da tedarik hacmini ve tüketim ölçeğini büyütme gereksiniminin kendini apaçık dayattığını düşünüyorum. Burada can sıkıcı olmayı göze alıp bazı rakamlar vereceğim. Aşağıdaki tabloda TÜİK’in yayınlamış olduğu 2018 yılı Türkiye toplam hane halkı tüketim harcaması değerlerini, belirli tüketim kategorileri kırılımı ile görebilirsiniz. (Tablo.1) Tabii bu değerlerin ve hesaplama yöntemlerinin güvenilirliği konusunda ben de pek emin değilim ama yine de bazı referans değerler vermesi bakımından elimizde başka bir veri seti olmadığı için bunlar kullanışlı olabilir diye düşünüyorum. Ayrıca bunlar, henüz takip eden yılların istatistikleri yayınlanmadığı için reel değil, enflasyon etkisinden arınmış nominal değerler.
Tablo.1: 2018 yılı için yapılmış Türkiye toplam hane halkı tüketim harcaması istatistik değerleri [4]
Buradan görebileceğimiz gibi gıda, barınma ve ulaşım giderleri toplam tüketim içerisinde %60‘ın üzerinde bir paya sahip. Dolayısıyla stratejik olarak öncelikle bu tüketim alanlarına yönelmenin mantıklı olacağı sonucunu çıkarabiliriz.
Alttaki tabloda da İstanbul için bu değerleri verdim. İstanbul ili, toplam tüketimin %24,4’üne sahip durumda. (Tablo.2)
Bu istatistik değerlerini vermekteki amacım elbette rekabet edip ulaşmamız gereken tüketim hacmini işaret etmek değil. Nihayetinde bu rakamlar bizim alaşağı etmek istediğimiz tüketim döngüsünün istatistikleri. Ancak içerisinde yüzdüğümüz okyanusun hacmini ve dayanışma ekonomilerinin kapladığı alanı görmemiz açısından bir önem ifade ediyor.
Tablo.2: 2018 yılı için yapılmış İstanbul ili toplam hane halkı tüketim harcaması istatistik değerleri [4]
Örneğin İstanbul’un gıda tüketiminin içinde %5’lik bir paya sahip olabilmek için ortalama 30.000 tl/ay satış hacmine sahip 6655 ayrı kooperatif dükkânı ya da tüketim noktası oluşturmak gerektiği gibi bir gerçekle karşılaşıyoruz. Mücadele stratejilerini bir an için unutsak bile teknik olarak dayanışma ekonomilerini görünür ve güçlü kılacak bir hacme ulaştırabilmek için yerel dayanışma ayaklarını çoğaltma çabalarını bu yüzden etkisiz olarak görüyorum. Bu faaliyetler bir yandan devam eder ve kültürel etki çemberini genişletirken öte yandan bölgesel merkezi bir inisiyatif ile geometrik hacim sıçraması yaratacak ortak tüketim kanalları açılması gerektiğini düşünüyorum. Tabii bunun için de merkezi bir bölgesel tedarik sisteminin tasarlanıp depo ve paketleme alanlarının da tesis edilmesi gerekiyor.
Bölge Dayanışma Ekonomisi
O halde gelelim önereceğimiz sistemin yapısına. Öncelikle sisteme dâhil ettiğim bir takım yapı, kurul ve işlevsel araçların tanımlarını vermem iyi olacak.
Hali hazırda biçimsel olarak var olan oluşum ve yapılar şunlar:
MESLEK ODALARI: TMMOB ve benzeri mesleki demokratik kitle örgütleri
YEREL DAYANIŞMA AĞLARI: Kadın hakları, lgbtiq, ekoloji, hayvan hakları ve kent hakkı hatları üzerinden çalışma yürüten ağlar ve oluşumlar
AKADEMİK SAHA: Dayanışma ekonomileri üzerine çalışma yürüten akademisyenlerin temas sahası
TÜKETİCİ BİLGİSİ/DENEYİMİ: Tekil veya örgütlü tüketicilerin geri bildirim mekanizması
BÖLGE TÜKETİM KOORDİNASYONU: Bölge tüketim planlamasını yaparak bunun operasyonel yönetimini sağlayacak yapı. (Kendini açıktan lanse etmese de İstanbul’da bu amaçla yapılanan gıda inisiyatifleri ortak grubu var olduğu için bu kategoriye dâhil ettim.)
BÖLGE ÜRETİM KOORDİNASYONU: Hali hazırda etkileşimde olunan üretici kolektifleri ve tekil üreticilerden oluşacak yapı.
ÜRETİCİ SENDİKAL ÖRGÜTLERİ: Tarımsal üretim için Çiftçi-Sen, diğer üretim alanları için iş kolları ile ilgili sendikalar.
YEREL YÖNETİMLER: Belediye ve bağlı idareleri
TÜRETİM: Çevrim içerisindeki paydaşların klasik kapitalist tüketim ekonomisinin piyasa oyun kuralları dışarısında belirledikleri ortak ilkeler ve ihtiyaçlar ile sermaye birikimi ve kâr maksimizasyonu amacı gütmeksizin teşkil etmesini öngördüğüm tedarik süreci.
Hali hazırda biçimsel ve sistematik olarak var olmayıp olması gerektiğini öngördüğüm oluşumlar:
MAHALLİ MECLİSLER: Türetim sürecine dâhil olarak bölgesel tüketim kararlarında en geniş katılım kanalı olarak bulunmasını öngördüğüm mahalle temelli meclisler.
NAKLİYE KOOPERATİFLERİ: Var olan nakliye kooperatiflerini işleyişe almak yerine bölge dayanışma ekonomisi ilkelerine uygun nakliye kooperatiflerinin kurulacağını öngörüyorum.
İŞ YERİ TÜKETİM MECLİSLERİ: İş yerlerinde teşkil edilmesini öngördüğüm meclisler. (Her ne kadar bazı tekil iş yeri kooperatifi deneyimlerinden bahsedecek olsak da henüz sayıları fazla olmaması ve kendi içlerinde kapalı bir çevrimde işleyişe sahip oldukları için bu kategoriye aldım.)
BÖLGE DANIŞMA KURULU: Burada sıraladığım bölgesel işleyişe paydaş olacak tüm yapı ve oluşumların temsilcilerinden oluşan, dönemsel stratejik yönelim tartışmaları yürütüp stratejik karar önerileri oluşturmasını öngördüğüm kurul.
MALİ KURUL: Bölge tüketim koordinasyonu içinde oluşturulup mali işlevleri yürütecek kurul.
BÖLGE KADIN KURULU: Bölge Danışma Kurulu içerisindeki kadın üyelerden teşkil edilecek ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ilgilendiren konularda tüm paydaşlara karar ve karar önerisi iletmekle görevli kurul.
Şema.1: Bölge Dayanışma Ekonomisi Bilgi Akış Şeması
Yukarıdaki şemada, bahsettiğim tüm paydaşların enformasyon ağını ve birbirlerine göre coğrafi değil ama iletişim yönlerine göre konumlanmalarını göstermeye çalıştım. (Şema.1) Üretilecek bilgi ve alınacak kararlarla oluşacak planlama bilgisinin akış şeklini ve buna karşılık gerçekleşecek üretim akış yönünü de şema içerisine yerleştirdim.
Bu şemada, var olan tüketim inisiyatiflerinin kendi özerk faaliyetini gerçekleştirdiğini ve buna böylece devam edeceğini varsaydığım için bu özerk faaliyetler akışını bu çevrim şemasına dâhil etmedim. Bunu yapmaktaki amacım, bölge tüketim koordinasyonu mekanizmasını merkeze alarak bu sistem içerisinde olacak tüm oluşumların birbiriyle etkileşim biçimleri ile yerleştirip bölgesel bir dayanışma ekonomisi işleyişini tasarlamak.
Burada yer alan mahalli meclislerin işlevini aslında hali hazırda ve bir anlamda tüketim inisiyatifleri üstleniyor. Çünkü bu inisiyatiflerin mahalli dokulara uzanan bir yapısı var. Ancak böylesi bir bütünleşik sistemde tabana en geniş şekilde, tüm kimlik ve sınıfsal katmanları kesecek nitelikle yayılacak bir unsura ihtiyaç var. Zira birazdan değineceğim gibi tabana en geniş biçimde talep katmanının yerleştirilmesi gerektiğini ve bu açıdan da mahalli meclis diye adlandırdığım oluşumların zaruri olduğunu düşünüyorum. Talep yapısını belirleyecek olan bu katmanın, bahsettiğim nicel ve nitel yayılımda olması bu sistem için en kritik şeylerden biri. Çünkü bu olmazsa piyasacı ve arz yönlü, yani ihtiyaçların değil üretim kapasitesinin toplumu ve tüketimi yönettiği ekonomi yerine planlı ve ihtiyaçların rasyonel karşılanması üzerine bir ekonomik sistemi kuramayız.
İlkeler
Bunu ortaya koyduktan sonra gerek burada yer alan gerekse ileride değineceğim paydaş unsurların bu sisteme dâhil olmalarının temel ilkeler çerçevesini oluşturmamız gerekiyor. Sisteme dâhil olacak yapıların sahip olması gerektiğini düşündüğüm nitelikler şöyle:
- Kolektif bir inisiyatif olmalı. (Kooperatif mevzuatının getirdiği ağır yükümlülüklerden dolayı bunu kooperatif yapısı ile sınırlamaktan kaçınabiliriz diye düşünüyorum)
- Dayanışma ekonomisi esaslarına dayalı olmalı. Değer zincirleri üzerindeki tahakküme karşı olarak aracısız bir işleyişi savunmalı.
- Yürüttüğü faaliyetlerdeki emek maliyetlerini karşılamak dışında sermaye birikimi amacı gütmemeli.
- Kendi üretim faaliyetlerinde ve/veya ürün ve hizmet temin faaliyetlerinde çocuk, kadın ve göçmen emeği sömürüsüne yer olmamalı.
- Doğa ile dost ve ekolojik bir çerçeveyi desteklemeli.
- Ortaklık yapısı bu ilkelerle uyumlu olmalı.
Sistem içerisinde olup işbirliği yapılacak yerel yönetimlerin de tabii bu ilkeler çerçevesinde uyumlu hareket edilebilecek nitelikte olması gerekiyor. Zira gerek politik angajman sorunsalı gerekse simbiyotik ilişkiyi sağlıklı sürdürebilmek açısından merkezinde bu saydıklarımın olduğu ortak bir takım ilkelerde kesin mutabakat sağlanmadan bu uyumu yakalamanın mümkün olmayacağını düşünüyorum.
Karar Mekanizması Katmanları ve İşleyişi
Şimdi de bilgi akış ağını oluşturduğumuz bu sistemin karar mekanizması katmanlarını ve işleyişini ortaya koymamız gerekiyor. (Şema.2)
Burada dikey hiyerarşik bir karar alma mekanizmasını değil her katılım katmanındaki oluşumların kendi karar katmanı üzerinde tam hâkimiyet kuracağını ve aldığı kararları bir üst katmana aktaracağını öngörüyorum. Şema üzerindeki üst üste gösterim biçimi herhangi bir yönetsel kademelenmeye işaret etmemekte, hatta tam aksine çift yönlü bir karar alma-geri bildirim akışına dayanmaktadır.
Şema.2: Bölge Dayanışma Ekonomisi Karar Mekanizması Katmanları ve İşleyişi
Bu şekilde alınan kararlar aşağıdan yukarıya doğru takip eden katmana iletildikçe taleplerin oluşmasıyla başlayan süreç sırasıyla stratejik ilke süzgecinden geçirilmesi, tüketim planlaması kararlarının alınması ve üretim kararlarının alınması ile noktalanacak. Ancak herhangi bir katılım katmanında bir problemle karşılaşılırsa bu problemin çözümü için hemen bir alt katmana geri bildirim mekanizması ile iletilecek ve çözüm önerilmesi talep edilecek. Bunu kırmızı kesikli oklarla gösterdim. Geri bildirilen katmanda da çözüm getirilemiyorsa bir alt katmana tekrar geri bildirimle iletilecek.
Örneğin üretim karar katmanında kapasite yetmezliği dolayısıyla uygun bir üretim planına dönüştürülemeyen talepler, tüketim planlamasını yinelemek üzere tüketim karar katmanına iletilecek. Ya da belki de planda olmayan ürünlerin üretileceği hesap edilmişse bunun değerlendirilmesi talebi ile de bu geri bildirim yapılabilir. Bu talep hali hazırda en alttaki katmandan iletilmiş ise ve depo kısıtı, mali kurul kararları ve genel ilkeler ile çelişmiyor ise bu geri bildirim hemen olumlu olarak değerlendirilip üretim katmanına iletilebilir. Böyle bir talep iletilmemişse değerlendirilmek üzere bir alt katmana gönderilir. Bu şekilde problem, karar kademelerinde çözülene kadar döngü kendini yineler. Çözüm bulunamayan problemler doğal olarak en alttaki bölge çalıştayları ve sonrasında gerekiyorsa bölge kongrelerinde karara bağlanmak üzere ele alınır.
Bu arada her katmandaki oluşum birliklerinin, ilgili işlevlerine göre bazı komisyonlara bölünmesi işleyiş açısından kolaylık getirecektir diye düşünüyorum.
Bu karar mekanizması tabii bir yandan da bazılarına işletilmesi zor ve yorucu olarak görünebilir. Ancak tabandan gelen iradenin hayata geçirilmesinde canlı bir organizma gibi davranıp dinamik biçimde kendi döngüsü üzerinden kendini sürekli doğrulayan ve yineleyen bir işleyiş kurmazsak bütünleşik hareket edebilen bir sistem oluşturamayız. Sistem saldırılarına karşı ayakta kalmak ve oluşan yeni ortam koşullarına hızla adapte olabilmek için de bu gerekli. Ayrıca bu noktada birikmiş demokratik kitle pratikleri ve özellikle tüketim ve üretim inisiyatiflerinde oluşmuş deneyim ciddi bir dayanak ve kılavuz olacaktır. Ki zaten mekanizmanın her kademesinde yer almaktalar.
Bölge Dayanışma Ekonomileri Arası İlişki
Gelelim işin coğrafi ilişkiler tarafına. Bu yapılanma biçimini tek bir bölge için değil de aslında aynı anda tüm bölgeler için önermiş oluyoruz. Zira buradaki Bölge Üretim Koordinasyonunda yer alan üreticiler, örneğin İstanbul’dan bahsediyor isek zaten çok büyük oranda diğer bölgelerde olacağı için o bölgeye ait ekonomik çevrimin içerisinde yer alan üreticiler olmuş olacak. Yani bu şekilde kesişim kümeleri barındıran çoklu bölgesel ekonomik sistem bütünlüklerinden bahsediyor olacağız. Keza nakliye kooperatifleri için de benzer kesişim kümeleri olacaktır. Bu durum ilk etapta bir zorluk faktörü gibi görünse de aslında beraberinde önemli bir fırsatı getiriyor. Çünkü bölge üretim koordinasyonlarının hem kendi hem de diğer bölge ekonomilerine ürün sağlayabiliyor olmaları bize rasyonel üretim ve dağıtım planlaması yapabilme imkânı veriyor. Tabii bunu yapabilmemiz için her bir ayrı Bölge Dayanışma Ekonomisinin kendi arasında da bir iletişim mekanizmasını kurmamız gerekiyor.
Bunu 5 bölge için şematize etmeye çalıştığımızda ortaya şöyle bir örnek senaryo şeması çıkıyor:
Şema.3: Bölge Tüketim ve Üretim Koordinasyonları Arası İlişki Şeması
(T: Bölge Tüketim Koordinasyonları, Ü: Bölge Üretim Koordinasyonları)
Burada Şema.2’de tasarladığımız karar mekanizmasını işleten Bölge Tüketim Koordinasyonlarının oluşturduğu tüketim planlama verilerini, üretim talebinde bulunduğu ilgili Bölge Üretim Koordinasyonuna ileteceğini kırmızı oklarla gösterdim. Şemanın çok karışmaması için bazı okları ihmal ettim. Daire şeklinde gösterdiğim Bölge Dayanışma Ekonomilerinin, fiziki büyüklük ve coğrafi konum itibariyle bazılarının tekil il bazılarının da il kümeleri şeklinde olması tabiatına dair bir durum diye düşünüyorum. Ülke geneline uyarlandığında TÜİK verilerinde olduğu gibi 26 ayrı bölge olarak gösterilebilir ancak anlaşılabilir olabilmesi için bu 5 bölgede ifade etmeye çalıştım.
Her bir ekonomik bölgenin üretim koordinasyonunun, bu tüketim taleplerini topluca değerlendirip ürüne göre değişecek periyotlarda sezonluk üretim planlamasını yapacağını ve bu bilgiyi tüketim koordinasyonlarına geri bildireceğini tasarlıyoruz. Tabii bu noktada kaçınılmaz bir şekilde tüketim-üretim planlaması uyuşmazlığı bize bir problem olarak geri dönecektir. Çünkü üretim yoğun olan bölgelerdeki üreticiler hem kendi bölgelerinden hem de diğer birçok bölgeden talep aldığı için buna uygun bir üretim planlaması yapacak üretim kapasitesine sahip olmayabilir. Tersinden, tüketim yoğun olan bölgelerdeki tüketim koordinasyonları da taleplerinin karşılanmaması durumuyla karşılaşacaklar. Bu durumda Bölge Danışma Kurullarında belirlenen stratejik ilkeler gereği talep önceliklendirmesi yapılarak mevcut üretim kapasitesine uygun bir üretim planı haline getirilip ilgili tüketim koordinasyonuna iletilebilir. Bu sürecin devamı da Şema.2’de anlattığım gibi gerçekleşir.
Öte yandan bu aksama hali bize sistemi her çevrimde iyileştirme fırsatını da verecektir. Üretim koordinasyonlarının, üretici inisiyatifleri geliştirme işlevi bu noktada önem kazanıyor. Tabii üretim unsurlarını artıracak faaliyetlere başlamadan önce bölge oluşumlarının ülke geneline genişletilmiş sezonluk (6 aylık) toplantılar yapması gerektiğini düşünüyorum. Bunu da Danışma Kurulları ve Üretim Koordinasyonlarının genişletilmiş organları olarak tasarlayabiliriz. Her bir Bölge Danışma Kurulundan seçilen temsilciler, genişletilmiş ülke danışma kurulunu toplayarak dönem stratejik planlamasını yaparlar. Bir önceki dönemin talep ve üretim verileri ile birlikte karşılaşılan sorunlar masaya yatırılır. Bunun sonucunda bölgeler arası ürün akış yoğunluğu ile talep yapısını dengeleyecek dönemsel stratejik kararlar alınabilir.
Aynı şekilde ülke üretim koordinasyonu da toplanarak talep tahmini çalışması yapıp buna karşılık mevcut üretim kapasitelerini değerlendirir. Her bir bölge, hangi bölgeden ne kadar ürün talep etmeyi planladığını ortaya koyduktan sonra bir önceki stratejik kararlara uyumlu şekilde talep-üretim dengelemesi çalışması yaparlar. Buna göre ilgili bölgeler gerekiyorsa üretim kapasitesini artırmak için yeni yatırım, üretimi artırma ve üretici inisiyatifi geliştirme faaliyetleri yürütürler. Daha az karşılaşılacağını öngörsem de talep eksikliği durumunda da tüm tüketim koordinasyonlarına bu durum bildirilebilir. Bunun yanı sıra bir takım etkinlikler düzenleyerek üreticiler ve ürünleri tanıtılabilir.
Bu sezonluk toplantıların çıktıları ile yeni sezon çevrimi Şema.2’de tasarladığımız şekilde tekrarlanır ve daha iyileştirilmiş sonuçlar elde etme fırsatı yakalanabilir.
Tabii bu önerdiğimiz bilgi akış faaliyetlerinin hepsi bir bütünleşik kaynak planlaması yazılımıyla gerçekleştirilebilirdi. Ancak yazılımlar da en nihayetinde arkasında bir akış mantığı gerektirdiği için bunları bu şekilde anlatmayı tercih ediyorum.
Ortaklık, Üretim Kategorileri ve Tüketim Kanalları
Bölge ekonomisi yapılanmasının unsurlarını, karar mekanizmasını ve bölgeler arası planlama akışını tasarladığımıza göre şimdi kapsama alabileceğimiz ürün/hizmet kategorilerini ve bunların tüketim kanallarını konuşabiliriz.
Ama bundan önce bölge ekonomisindeki paydaşların sisteme ortaklık mekanizmasına değinmeliyiz. Çünkü sistemde üretilen ürün ve hizmetin hem sistem içi hem de bunun dışarısındaki topluluklara dağıtımını söz konusu olacağı için burada bu mekanizmanın işletilmesi gerekecek. Sisteme ortaklık aşağıdaki temellerde gerçekleşebilir:
1- Bölge tüketim ve üretim inisiyatifi ortağı olmak
2- Bölge tüketim ve üretim inisiyatifleri emekçisi olmak (kooperatif, depo, market çalışanları)
3- Meclis, kurul ve komisyonlarda gönüllü görev almak
4- Bölge inisiyatiflerinde ayda en az 3 gün gönüllü faaliyette bulunmak
Daha önce ifade ettiğimiz temel ilkelere uyum sağlamak üzere isteyen her bireye açık olacak bir formda sisteme dahil olma adımlarını bu şekilde kurgulayabiliriz. Bu dahil olma biçimini ‘ortaklık’ olarak adlandırdım ancak bunu yasal çerçevedeki kooperatif ortaklığı olarak değil sistem örgütlülüğü temelinde bir form olarak düşünmemiz daha işlevsel olacaktır.
Bu şekilde bölge ekonomisinde üretilen ürünlerin hem ortaklara hem de sistem dışındaki bireylere dağıtımı için de tüketim kanalları olmak durumunda. Bunu aşağıdaki şemada gösteriyorum.
Şema.4: Üretim ve Tüketim Kanalları
Dış çemberdeki daireleri üretim kategorileri olarak, içeridekileri ise tüketim kanalları olarak şematize ettim. Bu üretim gruplarındaki bakım emeği, ulaşım ve barınma/konut kategorisini sadece bölge ekonomisi içi çevrimde dolaşımının yapılması üzere değerlendiriyorum. Örneğin bakım emeğini ortaya koyan bir ortak, bunun karşılığında ihtiyaç duyduğu başka bir hizmeti ya da ürünü sistem kanallarından bedelsiz olarak alacak. Bu bir gıda ürünü olabilir ya da bir yerden bir yere ulaşımının karşılanması da olabilir. Barınma/konut ile kastettiğim faaliyetler önceki yazımda değindiğim konut kolektifleri deneyimine dayanıyor. [2] Tabii bunu kültürel kodlara göre uyarlamak mümkün. Platform kooperatifçiliği mantığıyla oluşturulacak alt birimlerle bu hizmetlere duyulan talep ve dağıtımı organize edecek faaliyetler yürütülebilir. Ulaşım faaliyetlerinde araç ortaklaştırma konusu da benzer bir yönteme göre yapılabilir.
Kendin-yap (do it your self) üretiminin, üretim araçlarına sahip olmadığımız alanlarda tüketim bağımlılığın azaltılması anlamında bir hayli önemi var. Özellikle temel ev aletlerinin yapım ve tamirat metotlarının yaygınlaştırılıp bunu hizmet olarak sisteme sunacak kategoride üreticilerin var olmasını bu yüzden öngörüyorum. Aslında yaygınlığı hiç de az olmayan kendin-yapçıların mahallelerde dükkanlar açması bu anlamda işlevsel olabilir diye düşünüyorum.
Mali/Finansal Yapı
Bakım emeği, ulaştırma ve barınma dışındaki diğer bütün kategori üreticilerinin her iki yönlü dağıtımı da gerçekleştirdiklerini varsayıyorum. Ortada özetlediğim tüketim kanallarında, ortaklar bu ürünleri maliyeti bedeli karşılığında temin edebilecekler. (Şema.4) Burada elbette ihtiyaca göre bazı dezavantajlı ortaklara bedelsiz ürün dağıtımı da yapılabilmeli. Sistem dışında olan tüketiciye de belirli dayanışma payları eklenmiş hali ile satışı gerçekleşecek. Bu paylar, bölge ekonomisini işletebilmek için gerekli tüm maliyetlerin (ürün maliyetlerine ilave olarak dükkan kiraları ve giderleri, yasal mevzuat maliyetleri, tüketim kanalları maliyetleri, ürün güvenliği maliyetleri, kargo-nakliye giderleri ve işgücü ücretlerinin) oluşmasından sonra kâr olarak değil bölge dayanışma payı olarak eklenen belirli (%1-3 arasında) bedeller olarak düşünebiliriz. Bu pay oranını ürünün niteliği ve tüketim kanalının konumu belirleyecektir. Örneğin lüks tüketim grubuna giren (ya da en azından çok temel ihtiyaç olmayan) bazı ürünlerde ve üst gelir grubuna yönelik tüketim kanallarında daha yüksek payla belirlenmiş ürün fiyatlarının mevzu bahis olması gerekir.
O halde finansal yapıyı oluşturacak gelir kademelerine gelelim. Gelir kaynaklarının aşağıdakiler olmasını öngörüyorum:
1- Ortak aidatları
2- Bölge ekonomisi ürünleri dayanışma payları
3- Kooperatif işletmelerin (yazılım, proje, tasarım) dış sisteme yüksek katma değerli hizmet satışı
4- Yerel destekler ve transferler
Bu gelirleri Bölge Mali Kurulunun yöneteceğini tasarlıyoruz. Yeni bir dükkan açılması, bir üretici ortağa yeni arsa yatırımı için transferi veya yeni bir depo yatırımı gibi stratejik konularda mali kurul bu olanakları kullanarak finansal yönetimi sağlayabilir. Tabii burada bir takım odakların sermaye birikimi avantajı sağlamasının da önüne geçecek bir mali disiplin sağlanmalı. Ancak sistemdeki paydaş unsurların demokratik kitle pratiği olgunluğu ve somut deneyimi bu konuda gerekli önlemlerin alınmasını sağlayacaktır diye düşünüyorum.
Kooperatif işletme olarak adlandırdığım yapılar, üretim kategorileri şemasında (Şema.4) gösterdiğim yazılım, proje, tasarım, matbaa alanlarında faaliyet gösteren kolektif üretici oluşumlar olacak. Bu oluşumları da bölge ekonomisi ilkelerine göre işleyişe dahil ettiğimizi tekrar vurgulayalım. Bu işletmelerin faaliyetlerinden elde ettiği yüksek kârların kendi emek maliyetlerini karşılayacak kısmından artık kalanını bölge ekonomisi sistemine bırakması, sisteme önemli bir sermaye girişini sağlaması bakımından çok gerekli bir süreç. Tabii bu üreticilerin de bu faaliyetleri yapabilmesi için bazı ürünleri bedelsiz, geriye kalanları maliyet fiyatına temin edebilmeleri gerekiyor.
Bu faaliyetler bütününde ortaya çıkıyor ki çevrime ne kadar unsur dahil edersek o kadar kullanım değerine doğru yaslanan bir finans yapısına erişiyoruz. Yani ne kadar yeni üretici, gönüllü, kooperatif emekçisi dışarıdan sisteme katılırsa çevrimin maliyetleri o kadar azalacak. Buna karşılık dış sisteme yüksek katma değerli hizmet satışına duyulan ihtiyaç da azalacaktır.
Sonuç
Kapitalizm, kendi krizinden her zaman olduğu gibi bir şekilde yine çıkacaktır. Ancak bunun nasıl bir dönüşümle olacağı, hangi alanlara nasıl tesir edeceği, antikapitalist muhalefetin ne gibi kazanımlar sahibi olup ne gibi geri çekilmelerle yaşayacağını öngöremiyoruz. Sadece biriktirdiklerimiz karşılığında birbirinden farklılaşan hayallerimiz var.
Belki bazılarınca henüz bu pratiklerde olgunlaşmamış olduğumuz düşünülse yahut politik şartların elverişsizliği ortaya konulsa da bu biriktirdiğimiz genç deneyim ve pratiği makro planda kurucu bir iddiaya dönüştürmeyi beklemek için bir sebep olmadığını düşünüyorum. Aksi halde davranmamız bu iddiadan vazgeçmiş olduğumuzun ilanı anlamına geliyor. Çünkü koşullar ve yapabileceklerimizin kısıtı ne olursa olsun, belki ölçeği ya da hacmi değişkenlik gösterse de, bu iddia yolunda adımlar atmazsak karşılaşacağımız şeyleri burada ifade etmeye çalıştım.
Elbette kurulacak sistem ve tasarımı burada ortaya konulandan çok daha farklı olacaktır. Çünkü bu, yaşayan bir organizmayı soluk alıp verdiği haliyle dondurup başka bir zamanda tekrar diriltmek gibi olurdu. Ancak yine de bunun çok ileri bir vakitte olmayacağına dair umudumu koruyorum.
[1] İngiliz sibernetikçi Stafford Beer’ın, 1971 yılı Şili’sinde sosyalist ekonomiyi programlamak için başlatılan Cybersyn projesi öncesi Salvador Allende’ye sibernetik hakkında bilgi verirken aralarında geçen konuşmadan aktarımından https://youtu.be/e_bXlEvygHg (04:20-04:32)
[2] Dayanışma Ekonomisi ve İş Yerleri http://yeniemek.org/dayanisma-ekonomisi-ve-isyerleri/
[3] Harvey, David. (2015). On Yedi Çelişki ve Kapitalizmin Sonu, s. 151, İstanbul: Sel Yayınları
[4] Türkiye toplam hane halkı tüketim harcaması istatistik değerleri, TÜİK https://biruni.tuik.gov.tr/medas/?kn=132&locale=tr